29 Temmuz 2011 Cuma

BABALAR VE OĞULLAR

    
Dikkatimi çeken iki fotoğraf : Biri basında çıktı. Ahmet Davutoğlu, Gölbaşı’nda SBS’den  çıkan oğlunu karşılıyor ve onu kutluyor. Ahmet Bey, sınav yorgunu ve kafası o an muhtemelen çok karışık olan genç Mehmet’in yanaklarını, bazen bebeklere yaptığımız gibi, iki avucunun içine almış, mutlulukla oğlunun gözlerine bakıyor. Çevrelerinde diğer veliler, başka öğrenciler, bina görevlileri, polisler ve belki Bakan Beyle iki çift laf etme düşüncesiyle bekleyen ‘sade’ vatandaşlar var. Onlar da bu -ünlü- babanın oğluna gurur ve mutlulukla sarılmasını tarihi bir olaya tanıklık edermişçesine izliyorlar. Görevi gereği bazen dünyayı dolaşması gereken bu baba, genelde sadece ofisine, dükkânına veya çalıştığı okula gidip gelen tüm babalar gibi burada, bu an, zamanın boşluğunu yakalamış, çocuğunun yanı başında olmuş ve yanaklarını hem korumacı hem de bir şeyleri telafi edici bir dürtüyle kavramış. Fotoğrafta Sare Hanım’ın yüzüne yansıyan belli belirsiz tebessüm, bence, artık büyümekte olan oğlunun bir sınavı daha atlatmasından duyduğu keyiften olduğu kadar, delikanlı Mehmet’in, seyrek gördüğü babasıyla biraz zaman geçirebilmesinden ve okulun bahçe kapısından dışarıya, hayata, babasıyla yan yana çıkabilecek olmasında da kaynaklanıyor. Erkek çocukların babalarıyla yürümeyi sevdiklerini Sare Hanım da biliyor. 

İkinci fotoğraf Altan Tan’ın kitabından. Yıl 1974. Altan Bey ve babası ayakta kameraya poz vermişler. O tarihte henüz bir lise öğrencisi olan Altan Bey babasının koluna girmiş. Bedii Tan, kitapta yazarın birkaç yerde arkadaşlarından ve dönemin tanıklarından alıntıladığı gibi, her zaman yüzünde olan belli belirsiz bir tebessümle kameraya bakıyor. Oğul Tan ise tıpkı bir lise öğrencisinin yapacağı gibi fotoğraf makinesine muzip bir gülümseme ve hınzır bir bakış fırlatmış.  Resimden neşeli ve iyimser bir hava yayılıyor. Bir tür ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar’ fotoğrafı sanki.  Altan Tan, o an  'mutlak güven duygusuyla'  babasının koluna girerken, bu fotoğrafın çekildiği tarihten 7-8 yıl sonra, onun cezaevinde bir gardiyan tarafından öldürüleceğini -tabii ki- bilmiyor. ‘Olaylar olduğunda ben inşaat son sınıftaydım’ diye yazmış, yaklaşık otuz yıl sonra yazıp babasına ithaf ettiği kitabında.  Sonra herhalde gözaltındayken işkenceyle öldürülmüş bir babanın oğlu olarak atılıyor meslek hayatına. Bundan sonra da upuzun bir anlamaya ve olanları anlamlandırmaya çalışma çabası gelmiş olmalı. Düşüncelerinin, inancının, siyasi görüşünün merkezine bu olayın oturduğunu, böğrüne bir yere bu acının kazındığını tahmin etmek için blog yazarı olmaya gerek yok!      

Bu benim ilk blog yazım. Blogun adıyla (elmanın içi), bu ilk yazının konusu ve başlığının (babalar ve oğullar) arasındaki ilişkiyi, sonraki yazılarımda (yazabilirsem) blogu takip edenlerle (eğer olursa), günün moda deyimiyle, paylaşmak isterim.    

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...