17 Temmuz 2012 Salı

TOPRAK VE ÖZGÜRLÜK


Parka gittiğinizde çocuğunuz kendi kendini sallamaya başladıysa eğer, ebeveynlikte yeni bir aşamaya geçmişsiniz demektir. İşin aslı, büyümekte olan bir çocuğunuz varsa yeni bir aşamaya geçmek günden güne değil her an yaşadığınız bir şeydir. Yürüme ve konuşmanın birer milat olduğunu hatırlatmak gereksiz; bunun yanında hayatın onlara sunduğu eğitim 'kesintisisizdir'  ve  'öğrenmek' bu yaştaki çocukların birinci işidir. Böylece geçen zamanla beraber o kadar çok şeyi ilk kez yaparlar ki anne babaların birinci işi de bu ilklerin zihinsel bir kaydını tutmak olur. Ve zaten anne baba olmak, bir anlamda, bütün bu ilklere ilk elden tanık olmak demektir.

Aras’la uğrak yerlerimizden biri kanal boyunca 32 Evlere giden yolun kenarında avuç içi kadar bir park. Bu küçük parkta iki salıncak, bir tahterevalli ve mahalledeki çocukların bazı parçalarını -nasıl yapıyorlarsa - arada bir söküp bir tür kayık olarak kullandığı bir kaydırak var. Burada Aras’a salıncakta kendini nasıl sallayabileceğini gösteriyorum. Bu ilk deneyim çok hoşuna gidiyor. Bir süre çaba gösteriyor. Fakat az sonra, henüz ‘randımanlı bir sallantıya’ ulaşamadığı için parka gidişlerimizde ondan en çok duyduğum cümleyi söylüyor. Küçük yerden gelin bir emir bu:  Baba hadi salla!

Onu bir süre salıncakta uçurduktan ve tahterevallide yükselttikten sonra ‘Tamam, Aras ben yoruldum, biraz oturacağım’ diyorum. O, kaydırakta ve kumların üstünde biraz ‘çocuk vakti’ geçirirken ben banka oturuyorum. Yanımda getirdiğim kitap, Rousseau’nun ‘Yalnız Gezerin Düşleri’. Şu cümle dikkatimi çekiyor.

            Özgürlüğün insanın canını istediğini yapması olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Bence özgürlük daha çok, insanın istemediği bir şeyi yapmamasıdır.

Özgürlüğün bu şekilde tanımlanması bana ilginç ve alışılmadık geliyor. 2012’nin 300.doğum yılı olması sebebiyle Fransa’da adına çeşitli etkinlikler düzenlenen J.J. Rousseau,  yaşamının sonlarında yazdığı bu kitabında dürüstlük, mutluluk, doğa sevgisi ve yalnızlık gibi konularda ‘geziniyor’ . Kitapta daha önce şu satırların altını çizmiş ve Twitter’da paylaşmıştım:

Mutsuzluk, kuşkusuz en büyük öğretmendir. Ancak bu öğretmen, dersini pek pahalıya satar ve yararı da ona ödenene değmez.

Aras az sonra yanıma geliyor
—Baba, yorulman bitti mi?
—Yani dinlendim mi, onu mu soruyorsun?
—Evet, dinlendin mi baba? Şu toprağa biz de çıkalım mı?

Arkamı dönüyorum. Orada, yarım kalmış bir inşaat alanı gibi görünen toprak bir tepe var. Parka gelirken çocukların orada oynadığını görmüştük. Az sonra biz de evlerin arasında  minik bir dağ gibi yükselen bu toprağın üstündeyiz. Bu tepeciğin üstünde çukurlar, yarısı toprağa gömülü taşlar var. Aras’ın elinden tutuyorum, bazen sırtından hafifçe itiyorum. Bir parkurda yürür gibi yürüyoruz. ‘Dora gibi keşif yapıyoruz baba’ diyor Aras, yerden taşlar ve toprak parçaları alarak mayıs yağmurlarının kenarda oluşturduğu su birikintilerine atıyor. Bu topraktan kale şehrin ortasında 4 yaşındaki bir çocuk için sıkı bir trekking deneyimi sunuyor. Sonra, o çömelmiş toprağın üzerinde ellerini gezdirirken ben birkaç adım uzaklaşıp onu yalnız bırakıyorum. Toprağa oturup onu izliyorum. Bir yandan sürekli kendi kendine konuşuyor. Taşlara dokunduğu, toprağı avucunda ufaladığı bu anda sanki maddi dünyadan kopuyor. Şu an başka hiçbir şeye ihtiyacı yok gibi. Burada bir fotoğrafını çekiyorum. Özgürlüğü tarif etmek için benim Rousseau'nunki gibi çarpıcı bir tanımım yok, ama çoğu zaman bir fotoğraf birşeyleri hakkıyla anlatmak için, eskilerin deyimiyle, yetişir


                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...