21 Nisan 2014 Pazartesi

ÖYKÜ YAKIŞMIŞ HİKAYEYE


Altı sözcükten oluşan bir öykü okudunuz mu hiç? Olur mu öyle şey demeyin, vardır, bir efsane belki ama hani en ünlüsü Hemingway’e atfedilir: Baby Shoes: For Sale, Never Worn. Edebiyat dünyasında bir yazma tarzı bu, bir yazı alıştırması olarak da görülebilir, kısa’ya, en kısa’ya ve tabii en yoğun’a  yoğunlaşır burada, yazan kişi. Sanki istenen, dil'in gerektiğinde ne kadar kullanışlı ve vurucu olabileceğini göstermektir.  

Ahmet Büke’nin son kitabı Yüklük’ün açılış öyküsü- ki adı, Bu Sene Her Şey İyi Olacak, tek başına pek çok çağrışım yaratıyor zihinde- ismiyle doğurduğu edebi lezzet beklentisini doğrusu misliyle karşılıyor ve birkaç küçük dokunuşla birkaç kırık hayatı gözlerimizin önüne sermede mahir bir dil kullanıyor. Bu Sene Her Şey İyi Olacak, öykü türünün o çok sevdiğimiz yönüne, az söyleyip çok anlatmasına sıkı bir örnek, ve evet, sanırım benim son zamanlarda okuduğum en güzel 'şey':
                     
                  Abimin adı Kadir.
                 Babam o zamanlar Libya'da dozerciymiş. Şehre inip telefonla yazdırmış 
     şirkete. Ankara'dan da anneme telgraf çekmişler:"Oğlan olursa Ateş..."
                  Benim adım Ateş
                                                                     ***
Bir belgesel programıydı, sanatla, sanatçılarla ilgili bir televizyon işi, şöyle bir şey duymuştum program biterken, ‘dış ses’ten: “Bazen bir şiir, yüzlerce sayfa süren bir roman kadar çok şey anlatabilir. Aşağı yukarı böyle bir şey diyordu ‘ses’ bize, yadırgamıştım: Zaten bu değil miydi bütün ‘olay’? Edebi türler zaten benzer etkileri hedeflemez miydi? Sanatçının bir konuyu -aşk, iletişimsizlik, arayış- ortaya nasıl koyacağı sadece bir ‘tür’ meselesiyken, yani sanatçıya özgü bir seçimken, nasıl oluyordu da biri diğeri kadar veya daha fazla, az olabiliyordu? Sanatı, hatıraları anlattığını söyleyen bir deftere böyle bir karşılaştırma nasıl giriyordu?

Diyeceğim, güzel anlatmış Ahmet Büke, Atlığ ailesini, hatta anlatmamış bile, öykü sanatını ‘konuşturmuş’ sadece, başka bir türe de uymaz mıydı, uyardı şüphesiz, ama şu bir gerçek: Öykü 'cuk' otıurmuş, gayet güzel yakışmış bu hikayeye. Övgüler, müellifine!

Ben, Vüs’at O Bener’li, John Fante’li öyküleri de sevdim kitapta ama sanırım şunu da ayrıca belirtmek gerekiyor:  

Çarpıyor ayrı adamı ‘Odalar Süngerli’, mesela, öyküler bazı kitaptaki.

3 Nisan 2014 Perşembe

YOLDAKİ İŞARETLER- Aras'la Kütüphanede

Okul çağına gelmiş tüm çocuklar gibi Aras da harflere ve sayılara meraklı. Yola bizden önce çıkanlar "Her şey tabelalarla başlıyor" demişlerdi; haklıymışlar, şimdi biz de arabayla seyir halindeyken veya trafikte durduğumuzda, Aras dükkan tabelalarını veya reklam panolarındaki yazıları okumaya çalışıyor ve heceleri ağzında olabildiğine yuvarlıyor (ssıağğ-tıağğ-lığğk*). Bizim, adına 'harf' dediğimiz işaretler, artık bu çocuk için yolda gördüğü tüm diğer nesnelerden -binalar, araçlar, ağaçlar - alabildiğine farklı. Onlar taşıdıkları veya temsil ettikleri anlamlarıyla önüne başka bir dünya açıyorlar. Doğrusu Aras, yoldaki bu işaretlerin- yeşil yanana kadar okuyabilirse eğer- çok azını anlamlandırabiliyor kafasında (taksit, medikal, emlak vs.) ama bu bir mazeret sayılamaz, öyle değil mi?

Geçenlerde elimdeki kitapları iade etmek için kütüphaneye giderken oğlumu da götürdüm yanımda. Kütüphanede ilgisini en çok kitap iadelerinde ve ödünç alımlarda kullanılan makine çekiyor. Burada bir oyun parkında bulunabilecek şeylere en yakın şey bu alet çünkü. Kitaplarımızın bandrollerini -üç yazı önce de bahsettiğim gibi- kırmızı ışığın altına tutarken makine djjıııt! diye bir ses çıkarıyor ve Aras buna bayılıyor. Sonra yeni bir 'arı dansı' için (deyim Enis Batur'a aittir) edebiyat kitaplarının olduğu raflara doğru yöneliyoruz. Burada ben kitaplara bakarken Aras'a da oyalanması için olmadık görevler veriyorum. Bulamayacağını bildiğim halde, 'Hadi şimdi sen şu rafta 8T3.42 falan numaralı kitabı bir ara bakalım,' diyorum. Ya da alt raflardan birinde Salah Birsel'in Kediler'ini görünce Aras'a diyorum ki 'Hay Allah, şimdi de ismi K harfi ile başlayan bir kitap lazım bana!'

Biraz sonra yorgun ve başarısız, gelip yanıma çömeliyor. Suratı asık. 'Ne oldu?' diyorum. "Bulamadım hiçbirini baba" diye yakınıyor. "Okuma yazma bilseydim, bütün bunlar başıma gelmezdi!"

Kütüphanede işimiz bitiyor. Leyla Erbil'in 'Karanlığını Günü'nü ve bir önceki yazıma konu olan iki kitabı koltuğumuzun altına alıp makineye doğru ilerliyoruz.


*satılık
         

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...