14 Nisan 2015 Salı

ESKİDEN SINIF ARKADAŞLIĞI DİYE BİR ŞEY VARDI

Çayımı alıp odaya dönerken az sonra gireceğim sınıfın önünden geçiyorum. Kapı ardına dek açık, koridorda şöyle bir durup içeriye bakıyorum. Bir kız öğrenci pencere kenarında dikilmiş, elinde telefonu, gözleri ekranda. Bir diğeri az beride oturuyor, o da aynı durumda ve kulağında kulaklıklar var. Birkaç sıra arkada iki erkek öğrenci yan yana oturmuşlar ama bunun bir önemi yok zira onların da boynu bükük, orada öyle oturmuşlar, gözler telefonda, güya dünyaya bağlanmışlar. Durup bir kaç saniye bu hareketsizliği seyredip uzaklaşıyorum. Çünkü biraz daha yaklaşıp sınıfın diplerine baksam orada, prizin yanında bir başka öğrencinin kabloyla kendini duvara zincirlediğini falan görmekten korkuyorum!

Orada durup çocuklara bakarken, içinde (genç) insanların olduğu bir odada hüküm süren bu sessizliğin çok tuhaf olduğunu düşünüyorum. Sessizliği ben şahsen pek severim, ama burada bir problem olduğu da açık; normal olmayan, hastalıklı bir sessizlik hali bu.

Ama bu çocuklar Türkçe de konuşmuyorlar!

Sınıfınızdaki herkesle samimi olmaya tabii ki gerek yok ama teneffüste öğretmeni beklerken ya da laboratuvarda yan yana otururken iki çift laf etmek de çok zor olmamalı! Bilirsiniz, İngilizce dersi pek çok branşın aksine öğrencilerin birbirleriyle konuşmaya teşvik edildiği bir derstir. Sonuçta ‘konuşmak’ bu dersin nihai hedeflerinden biridir ve bir İngilizce öğretmeni için meslek hayatındaki en keyifli anlar herhalde sırtını sandalyesine yaslayıp iki öğrencisini belli bir konuda ‘kapışırken’ dinlediği dakikalardır. Eğer bir kaç dakika da olsa öğretmen söze girmiyorsa ve soru ve cevaplar sınıfın içinde tenis topları gibi oradan oraya savruluyorsa İngilizce öğretmeni için o gün gayet güzel geçiyor demektir.

Hasılı, biz öğrencilerimizin sınıfta İngilizce konuşmalarını fazlasıyla isteriz, bunun için kullandığımız metotlarımız da vardır ama böyle giderse yakında biz öğretmenlerin (ve tabii anne babaların) başlıca tasası bu çocukların birbirleriyle ana dilleriyle olsun konuşmalarını sağlamak için neler yapmamız gerektiği olacak!

Bizim zamanımızda...

Tabii sınıf arkadaşlığı öyle kaybolup gidecek bir şey değil. Çok yakındaki 3-4 kişilik çekirdek bir grup ve onu çevreleyen -belki- birkaç kişi daha okul hayatında kurdukları kalıcı dostlukları mezuniyet sonrasına, hayatın diğer katmanlarına da taşımaya devam edecek. Burada benim bahsettiğim sınıf içi iletişim. Diğerleri. Hani iki arka sırada oturan ama henüz kendisine hiç 'Günaydın’ demediğim çocuk.

Biz mesela okuldayken, ders aralarında özellikle yakın hissetmediğimiz, dışarıda 'takılma' ihtimalimizin pek olmadığı arkadaşlarımızla da laflardık, onların hayatlarından, bakış açılarından az çok haberdar olurduk. Böyle yaptık diye de dünyalar bizim olmazdı tabii, ama sonuçta farklı bir şey diğer sesleri de duymak. Mesela şimdi çok ünlü olmayan Ankaralı bir rock grubunun televizyonda bir klibi çıktığında ben hemen “Bakın, bakın” diyorum evdekilere “Şu gitar çalan var ya, işte o benim sınıf arkadaşım.”

İlk paragrafta anlattığım şey sınıfa, okul ortamına özgü bir şey değil şüphesiz. “Manzaray-i umumiye” böyle. Fark etmişsinizdir, buyeninesil yolda yürürken bile telefon ekranında gördüğü şeye can güvenliğinden daha fazla özen gösteriyor. Özelikle son bir iki yıldır öğrencilerimde telefon bağımlılığının arttığını görüyorum. Ve bunun ders motivasyonunu nasıl düşürdüğüne üzülerek şahit oluyorum. Her gün yaşanan durum: Şimdi ben elimde anahtarla bilgisayar sınıfına doğru ilerlerken koridorda dersi bekleyen öğrencilerin arasından geçiyorum. Neredeyse herkesin elinde bir telefon var, o kadar donuk ve orada değiller ki kendimi insanların içinde değil de vitrin önüne konmuş cansız mankenlerin arasında yürüyor gibi hissediyorum!

Bana bu yazıyı yazma ilhamını veren ve durumlarını biraz da abartarak aktardığım iki kız öğrenci bilgisayar sınıfında yan yana oturuyorlar.  Kaç ay oldu, onları birbirleriyle konuşurken hiç görmedim, desem yeri. Ama geçen gün baktım kafa kafaya vermişler, biri diğerine bir şeyler anlatıyor. Merakla yaklaştım ve “Hayırdır, siz konuşuyor muydunuz?” diye sordum (abartmıyorum.) “Evet”, dedi biri gülümseyerek. “Yeni bir uygulama var da telefonda, indirdik, onu konuşuyorduk!”











                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...